Sektörün önde gelen birçok dergi ve sitesinden tam puan ile birlikte "Gelmiş geçmiş en iyi oyun" ünvanını almak ve bu ünvanı tam 12 yıl boyunca koruyabilmek, her baba yiğidin harcı olmasa gerek. Evet evet, Nintendo'nun en bilinen karakterlerden biri olan Link'in unutulmaz macerası Ocarina of Time'dan bahsediyorum.... İlk olarak Nintendo 64'te bizleri büyüleyen The Legend of Zelda: Ocarina of Time, çıkışından tam 12 yıl sonra aynı tadı bir kez daha damağımıza çalıyor..

Nintendo 3DS'in duyurusu ile birlikte yapılan Ocarina of Time duyurusu, birçok kişinin söylediği gibi benim de "İşte bu oyun, bu konsolu aldırtır" dememe sebep olmuştu. Nitekim oyun piyasaya çıktığında, bu söylemin hakkını fazlasıyla verdi diyebilirim. Özellikle macera, platform ve bulmacaların iç içe geçtiği oyunlardan hoşlanan oyun severler, Ocarina of Time'da bir kez daha unutulmaz bir maceranın içerisine dalacaklar.



Ocarina of Time, perisiz bir çocuğun hikayesini gözler önüne seriyor..Kutsal Ağaç Deku'nun kehaneti ile açılışını yapan oyun, macera boyunca en büyük yardımcımız olan Navi'nin bizimle buluşmasıyla başlıyor. Kılıç ve kalkanımızı kuşanıp, Deku'nun yanına ulaştığımızda ise oyunun hikâyesini de yavaş yavaş öğrenmeye başlıyoruz. Ocarina of Time'da oyunun geçtiği dünya olan Hyrule ve zamanın hâkimi olmak isteyen Ganondorf'ı durdurmamız gerekiyor. Bu maceramız o kadar uzun sürüyor ki, küçük bir çocuk olarak başladığımız oyunu büyümüş bir delikanlı olarak tamamlıyoruz.

Oyunun ilk dakikalarında her zaman olduğu gibi Hyrule hakkında bilgiler ediniyor ve oyunun atmosferi ile kontrol yapısına alışıyoruz. Açıkçası Ocarina of Time’ın 3DS’e o kadar iyi uyarlandığını düşünüyorum ki oyunu oynarken, oyunun neredeyse ilk olarak bu konsol için yapıldığını dahi hissedebiliyorsunuz.

Oyunun başında İlginç bir rüyadan gözlerini açan Link, karşısında Peri Navi’yi buluyor. Daha elimizi yüzümüzü yıkamadan Navi’nin peşimizden ayrılmayacağını ve “hey dinle, bu taraftan” sözleri ile sürekli bize yardımcı olacağını anlıyoruz. Yeri gelmişken Navi’nin ayrı bir paragraf hak ettiğini söylemeliyim. Link’in türlü maceralarında karşımıza çıkan Navi, bu oyunda da en büyük yardımcımız oluyor. Konuşacağımız, dikkat etmemiz gereken yerleri işaretliyor, kapışmalarda hedefi işaretliyor, hatta kafamız karışıp Hyrule’un o yeşil çayırlarında başıboş koştururken bile, Navi bize ne yapmamız gerektiğini hatırlatıyor.

Oyunun kontrol yapısını kavradıktan sonra ise Great Deku’nun yanına doğru yola koyuluyoruz. Tabi bu o kadar kolay olmuyor. Öncelikle kılıç ve kalkanımızı kuşanmamız gerek. İşte bu noktada, oyunun kristal yani para sistemi devreye giriyor. En büyük silahımız olan kılıcımızı kolayca buluyorken, kalkan almak için ise para yerine geçen kristalleri bulanız gerekiyor. Oyunun hemen hemen her kasabasında satış dükkanları oluyor ve buradan gerekli malzemeleri satın alabiliyorsunuz. Tabi bu malzemelerin bazılarını öldürdüğünüz düşmanlardan veya çevre objelerinden de elde edebiliyorsunuz.



Oyunun asıl büyüleyiciliğini, doğup, büyüdüğünüz Kokiri köyü’nden ilk çıkışınızda yaşıyorsunuz. Adımınızı atar atmaz yeşillik ile sizi karşılayan Hyrule Field alanı oyunun da en sevdiğiniz bölgelerinden birisi olabilir. Olabildiğince uzanan bir genişliğe sahip olan Hyrule Field için oyunun merkezi diyebiliriz. Çünkü gideceğiniz hemen hemen her noktaya, kestirmeleri saymaz isek Hyrule Field’ten geçerek ulaşıyorsunuz. Hyrule Field’i önemli kılan noktalardan birisi de sizinle birlikte büyüyen atınız Epona oluyor. Oyunun ikinci yarısından itibaren Epona ile Hyrule’un uçsuz bucaksız çayırlarında dolaşabiliyorsunuz.

Hazır söz Hyrule dünyasından açılmışken oyunun geçtiği çevreyi de anlatmam gerekiyor. Oyunun daha ilk dakikalarından itibaren karşılaştığınız tüm mekânlar sizi büyüleyebilir. Kasabalar, saraylar, mağaralar, dağlar, tapınaklar ve Zelda’nın vazgeçilmez unsurlarından biri olan zindanlar, Hyrule dünyasında sayabileceğim güzelliklerin sadece başında geliyor. Tüm bu mekanlar, kendi içerisinde farklı çevre dinamiklerine sahip. Bu da gittiğiniz tüm mekanlarda kurcalayacak, dolaşacak daha çok yerin olduğunu gösteriyor. Eee Sizde boş durmuyor ve girdiğiniz heryerde köşe bucak neresi varsa ister istemez dolaşıyorsunuz. Zaten her zindanın kendine has bulmaca yapısı ve içerdiği dinamikler bulunuyor. Çoğu oyunda zindanlar birbirini tekrar ederken, Ocarina of Time’da ise çok geniş bir hayal gücü ile karşılaşıyorsunuz. Kısacası oyundaki bu mekan çeşitliliği, oyunun süresini uzatan en büyük etkenlerden birisi olmuş.