Euro 2012 Avrupa Futbol Şampiyonasına katılmayı hedefleyen ulusal takımımızdaki tüm hesaplar; iç sahada seyircisinin önünde oynayacağı play-off elemesi ilk karşılaşmasını kazıp Zagreb’teki rövanş maçına iyi bir avantaj sağlayarak gitmekti. Ancak gelin görün ki takımımız maçta güçlü gibi görünen aslında kendisiyle denk güç olan rakibi karşısında kelimenin tam anlamıyla nakavt oldu. Bu önemli maçı evinde farklı kaybederek şimdilik çok kötü bir yenilgi aldı.

Buna karşılık kadrosunda, Modric, Dujmovic, Corluka, Rakitic, Srna, Mandzukic ve Olic gibi, çok iyi paslaşan, hava top hakimiyetleri müthiş olan, kusursuz asistler yaparak kolay goller atan top teknikleri çok yüksek oyuncuları bulunduran konuk ekip Hırvatistan ise, modern futbolun gereksinimlerini içeren sergilemiş olduğu akıllı taktik anlayışı, kolektif ruh ve kolektif oyun kurgusu ile maçı çok iyi yönlendirip istediği skoru alarak işi İstanbul’da bitirmeyi planlamıştı. Bu kusursuz oyun kurgu planını arzuladıkları gibi maç geneline çok iyi yayıp, attıkları 3 golle maçı 3–0 gibi farklı kazanarak Zagreb’de oynanacak ikinci rövanş maçı için büyük bir avantaja sahip oldular. Ama şimdilik. Çünkü ikinci maç Hırvat takımı için asla kolay olmayacak. Maça titreyerek çıkacaklar. Onlar için şimdi Euro 2012 daha büyük bir riske girdi. Yeter ki, Türkiye bunun farkında olsun ona göre strateji geliştirsin.

Şimdi görünen o ki, “Bundan sonrasında daha bir 90 dakika var ama Zagreb’de 47 maçta sadece iki yenilgi alan rakip önünde 3–0 gibi skoru değiştirmek gerçekten zor görünüyor. Cuma gecesi realitesinin kamuoyu üzerinde gösterdiği genel kanı, ulusal takımımız daha ilk maçta İstanbul’da Euro 2012’ye veda etti gibi.”

Buraya kadar tamam, şu anki skora göre hak vermiyor da değilim. Ancak Cuma gecesi gerçekten gününde olmayan bir Türkiye vardı. Sahadaki o takım adeta bizim takımız değildi. Şimdi gelin birde madalyonun diğer yüzüne de bir bakalım. Yine de her şeye rağmen henüz hiçbir şey de bitmiş değil. Öyle kolayca pes etmek yok. Çünkü geçmişe şöyle dönüp maçlarımızı bir hatırladığımızda; Türkiye önce kolayı zora sokuyor, sonrasında tam her şey bitti derken zoru başarıyor. Yani Türkiye zoru seviyor ve başarıyor. O nedenle zor da bu ihtimali de lütfen unutmayalım. Ha bunları yazarken, Hırvatlar'ı orada yeneriz, parçalarız Euro 2012’ye biz gideriz gibi bir işgüzarlıktan da asla bahsetmiyorum. Sadece geçmişte yaşanan olasılıkları da unutmayalım diyorum. Karamsarlık yerine bir de olumlu bakabileceğimiz bir realitenin hala varlığını hatırlatmak istiyorum. Hepsi o kadar.

Maçı konuk ekip açısından değerlendirdiğimizde; karşılaşmaya hızlı ve istekli başladılar. Daha ilk dakikalarda buldukları erken golle gücünü ve kararlılığını ulusal takımımıza hissettirerek, seyircimizi tribünlerde takımımızı ise sahada psikolojik olarak maçtan kopartmayı başardılar. Skorun verdiği avantajla 20 dakika kadar geriye yaslanıp çok adamla kapanarak savunma güvenliğini ön plana çıkarttılar. Ancak son çeyrekte, güçlü fizik yapısı ve top tekniği yüksek oyuncuları sayesinde hızlı kontrataklar yaparak yeniden takım halinde konsantrasyon bütünlüğünü maça iyi yansıtarak ikinci golü de bulup ilk yarı sonunda soyunma odasına arzuladıkları skor avantajını alarak galip giden taraf oldular.

İkinci yarıya da yine aynı oyun kurgusunu yansıtarak başladılar. Ve dakikalar henüz 51’i gösterirken adeta tüm ümitlerimizi, kazanma isteğimizi, mücadele direncimizi kıran, kısaca her şeyi bitiren 3. golü de bularak olayı bitirdiler.

Konuk ekip Hırvatistan; maç genelinde yardımlaşma saha parselizasyonu, kanat beklerinin hücuma katkısı, topun olduğu yerde çoğalmak, savunma hattını öne çıkartarak alan daraltmak, organize takım baskısı, aşağı yukarı tüm pozisyonlardaki müthiş hava topu hakimiyeti ve akıcı pas organizasyonu gibi modern futbolun gereksinimlerini 90 dakikaya çok iyi yayarak müthiş mücadele ettiler. Sahanın her yerinde dominant olan ve maça pozitif katkı sağlayan Modric, Dujmovic, Corluka, Rakitic, Srna, Mandzukic ve Olic gibi futbolcular takımlarını çok iyi forse ettiler. Hal böyle olunca Hırvat takımı attığı 3 golle karşılaşmayı farklı kazanarak rövanş için büyük bir avantaja sahip oldu. Şu an için bu başarıyı normal kabul edip, saygıyla karşılamak gerekir.

ANCAK; bu takımı böylesine rahat oynatıp, farklı kazanmasını sağlayan en büyük etken hiç kuşkusuz ulusal takımımızdı. Hırvatistan takımı, eğer o klasik tarzından ödün vermeyen Türkiye’yi Cuma gecesi karşılarında bulsalardı işleri hiç bu kadar kolay olmayacaktı. Bir başka ifadeyle; eğer Türkiye kendine özgü tipik oyun kurgusunu sergileseydi yukarıda yazdığım oyun kurgusu da, skor avantajı da çok rahatlıkla tersine yani ulusal takımımızın lehine dönüşebilirdi. Ama yine de bence henüz her şey bitmiş değil.
Ulusal Takımımız'a gelince; Euro 2012 futbol şampiyonasına gitmek takımımız için gerçekten önemli bir hedefti. Euro 2008 çeyrek finalinde de rakip Hırvatistan’ı yenerek yarı finale kalmayı başarmıştık. Bu sefer de benzeri başarı neden olmayacaktı ki. Bu motivasyonla rakibi kolay yenebilirdik. Ancak maçta gördüğümüz tüm futbolcularımız galiba bu realiteye pek inanmamışlardı sanki. Maçın ilk dakikalarında yenilen erken bir gol onları çabuk demoralize etti ve sorumluluk almaktan adeta uzaklaştırdı. Oysa unutulmaması gereken önemli nüans futbol sporu, maç içi değişkenlikleri bol olan bir karşıtlar oyunudur. Gol yenildiyse atmak çok daha önemlidir. İşte biz bunu başarabilirdik. Hatta bir arada denedik, ancak devamını getiremedik.

Ulusal takımımız golden sonraki 20 dakika içinde oyunu rakip yarı alanda çok iyi oynadı. Zorluk derecesi yüksek olan rakiplere karşı kolay, kolay kurulamayacak müthiş bir baskıyı sağlayarak çok iyi pas yapan rakibini bozdu. Top kayıplarına uğratıp rakibe zor anlar yaşattı. Rakip savunmadan dönen tüm topları aldı. Topa daha çok sahip oldu ancak gol için gerekli pozisyonları üretemedi. İşte ulusal takımımız baskılı oynadığı o dakikalarda bir gol bulabilseydi maçın kaderini çok rahat değiştirebilirdi. O zaman işler çok daha farklı olacaktı. Ama olmadı, olamadı.

İkinci yarıda bulacağımız bir gol bile takımımızı beraberlik için umutlandırabilir ve bu psikoloji ile tıpkı ilk yarıda sergilenen 20 dakikalık oyun kurgusunu ikinci yarıda da yeniden maça yansıtarak ikinci golü de bulabilir hatta galibiyete bile ulaşabilirdik. Çünkü futbolun saha içi değişkenlikleri ve takımımızın iç dinamikleri bu olguya müsaitti. Ancak bu yarınında hemen başlarında yine erken yenen 3. gol ise olayı tamamen bitirdi. Takımımız gereksiz yere psikolojik olarak maçtan koptu ve mücadeleyi bıraktı.

Bu sonuç Türkiye için bir erken veda gibi olabilir ancak futbol sporunda sürprizler ve enteresanlıklar da hep vardır ve olur. Futbolun güzelliği ve bu denli sevilmesi de işte bu nedenlerdendir. Dış sahada da olsa, fazla bir şansımız olmasa da 90 dakikalık bir maç daha var. Ancak bu sefer başarıya inanmış bir takım şart. Kadro önemli değil. Bu maç bir final maçıysa yürek ister, inanmak ister. Eğer bunlar olursa, o vakit herkes inancın zaferini de görebilir. Neden olmasın ki? Çok mu zor Allah aşkına.

Galiba, duyar gibiyim “hadi camın sende” diyorsunuz ama ümitlerimizi kaybetmeyelim ve inanalım. Futbolcularımız da inansınlar ve kesin kararlı olsunlar. Maçın skorunu unutup, 0-0’mış gibi algılasınlar ve bir onur mücadelesine girişsinler. Hepsi o kadar. Çünkü futbol sporu aynı zamanda sürprizlerle de doludur. Cuma gecesi Hırvatistan takımının bize yaptığını 15 Kasımda Zagreb’de biz onlara neden yapamayalım ki.

Belli mi olur? Futbol bu.. Kim bilir?

Yeter ki, Türkiye, Türkiye gibi oynasın.